Sibirya Yolcusu Ya Da Fosiller Gibi Ölü
~ Meral Meri
~
Uyandım; daha doğrusu yatağın içinde de süründüğümü fark ettim.
Bugün aralık ayının ilk günüydü ve astrolojiye göre bu ay en şanslı olduğum ay'mış.
Yalan tabii ki. Ömrünün yarısını tüketmiş biri olarak, tek başınalığı tatmış biri olarak size diyebilirim ki, iki şeyin önemi kaldı ben de;
Birincisi öğleden sonraları gün batımları, diğeri ise bir kış günü bir trene binip sonsuza dek yolculuk etmek.
Yoo, diğer mevsimlerle bir derdim yoktu; sadece başlangıcı kendim belirlemeyi tercih ediyorum hepsi bu. Sonra, sonra işte ne kadar kalmışsam
o kadar kendimi seyretmek istiyorum bir dişbudak ağacı gibi kara ve yalnız olarak.
Ya da bir porsuk ağacı gibi; kırmızı harelerimle orada zehirlenip ölmek, ya da ona eşlik etmek istiyorum ya da lokomotife ve sonra vagonların dizili incilerinin
nasıl tek tek bana veda ettiklerini izlemek istiyorum.
Tıpkı bana yapılanlar gibi...
Öfkeliyim, nefret doluyum,yalnızlıktan delirecek gibiyim belki; ama yine de sizin kadar çirkin olamamak yok mu?
Delirtiyor parça parça beni ve un ufak oluyorum karşınızda! Karanlığım; tavan gibiyim, bir baş-bir göz- bir akıl- bir ruh- bir kalp peşindeyim...Boğmak için sizi.
Sessizliğim benim bekçimdi, gecenin içinde saklanırdı ve kuşkusuz; ay'la bakışırlardı hüzünlü biçimde.
Sonra iğne yapraklarına biriken gözyaşlarıma hınç duyardım; adeta tiksinirdim onlardan,saki bana ait değildiler.
Ki biliyorum, değildiler. Çünkü insanız biz deyip, gülmeyi, o neşeli günleri hiç getirmeyip gizleyenleri, hatta ona düşman kesilenleri...
Palavra sıkıp; "insanız biz, tabi ağlamak gerek" diyenleri yağmurda boğmalı ve sonrada bir kuyuya asıl onları atmalı. diye düşünmüşümdür her zaman.
Çünkü evsizlik kötü bir şey biliyor musunuz?
Adeta hiçbir yerde olmamak gibi eşdeğerdir. İnsan burada kesin bir yolla bir kaplumbağa olmak ister...
Eşya biriktirme derdine son vermek ister. Sadece kendisi büsbütün kendine yetmek ister...
Çünkü insanın parçalanınca bir anlamı kalmıyor.
İşte benim yolcuğum Sibirya'ya tam olarak böyle bir günde başlamış oldu rayların üstüne ve iğne yaprakları arasında...
Biliyorum, adımı merak ediyorsunuz? Ama şöyle düşünün istiyorum bir kez de olsa; bu adı kendime ben vermedim...
Tıpkı bazı şeylerin içine öylece doğarken bazı şeylerin bana öylece yapışması gibi.
Yani bir önem arz etmiyor şu an için. Ya da bana kalırsa hiçbir zaman benim için öenmli değiller...
Nedenini merak etmiş olanlarınız için şöyle demek de fayda görüyorum; sizde olan şeylere ne kadar sahipseniz ve onları ne kadar çok yaşatabiliyorsanız hakkıyla
o kadar olmaktan başkaca bir derdimiz olmamalıydı, ama oluyor...İşte ben de o kadarım şimdi zamanın gölgesinde.
Ben daha bildiklerine tahammül edemeyen ve onları süresizce görmezden gelen başka bir ölüm daha tanımadım ki, size ne diye gerçekleri anlatayım?
Ben onlara sayenizde sessiz kalmayı öğrendim. Onlar da zamanın gölgesinde ölebilirler yavaş ve sessizce şimdi.
Yine de birtakım ufak tefek şeyleri anlatmaktan kaçınacak değilim size...Aslında normalde kaçındığım hiçbir şey yok bu yeryüzünde...
Sadece değerli bir taş olmadığının farkında ama buna rağmen rezil alıcıları çıkması onu daha da değersizleştirmesi yok mu?
İnsanın hayatına tükürmek istemesi hep bundandır.
Ama asıl mevzu elbette ki bu değil, asıl mevzu her birimizin kendi suçlarıyla yüzleşme alanı bir gün öyle ya da böyle geleceği olmasıdır...
İşte ben bunu merak ediyorum; buna hazır olup olmadığınızı? Ki biliyorum, hazır değilsiniz.
Aksi halde fosiller bu kadar gün yüzüne çıkmazlardı zombiler gibi.
Şimdi soruyorum size; hiç kendinizi okumadan önce yazdınız mı? Hadi yazdınız diyelim, peki hayatınızın bir yerinde
durup ona uzaktan baktınız mı? Bir yağmur gördünüz mü? Ya da ocağın üstündeki o kaynayıp taşan su, hiç temiz havanızı bozdu mu?
Yoksa sizlere de bütün bunları normal mi gösteriyorlardı, bana yapılan gibi?
Evet, sizlere de normal gösteriyorlardı ki...Ben henüz, bir tane olsun iyi mantar toplamış değildim eteğime.
Her zaman her konuda kendime söz verip durdum. Neden yalnızca orada durduğumu ise Tanrı bilir ancak.
Gözünü çevreleyen bir gözlükle dünyanın ne kadar net bir yer olduğunu görmeye çabalarken bulurdum hep kendimi...
Gözümde gözlüklerim olmasaydı eğer, tıpkı bir yarasa gibi görecektim dünyayı...
Buna inadınız mı şimdi?
Ben de öyle tahmin etmiştim,herkes görmek istediği kadar görüyor dünyayı.
Yani işine geldiği kadarıyla.
Hiçbirimiz karla yüklü bir çam dalı kadar yüklü değildik dünyada...
Eğer öyle olmuş olsaydı Sokrates, kendini savunarak zaman kaybeder miydi?
Diyelim ki, etti. Ki etti, ne geçti eline?
Bu dünyada bilginin bir yerden bir yere; hatta kötü bir yerden iyi bir yere taşınacağız gibi, şeylere o değerli umudunu bağlayıp, onu büyütmez...
Ona güvenmezdi...
Hermann Hesse'in de dediği gibi:
"Uçar gider kırlangıçlar,
Yapraklar dökülür ağaçlardan,
Çok geçmeden her şey sararıp solar..."
Neyse ki, çam ağaçları var... diyebilir miyiz şimdi buna?
Hadi dedik diyelim; öyle kolay işleri yapacak onurlu ve fakir insan bulmak kolay mı bu zamanda?
Hadi bulduk diyelim; bu kez de mum ışıtmadıkça etrafını- görüp göreceği tek şey, yine fosillerden ibaret olmaz mıydı?
Onuncu kafa çiftime ne sormak isterim? diye düşündüğüm zaman. Yanıt hiç de gecikmiyordu: Sen aşağılık vagus'un tekisin!
Sen kaz ayaklarıyla yürüsen daha iyi edersin.
Çünkü o şamandıradan artık o palamarları çözdüm ben....
Kuşkusuz; sen hayatın boyunca manuel nedir hiç bilmedin, ama benim tek bildiğim şey tam olarak buydu.
Bu şu demek: Sağ ol, ama köpek balıklarıyla kendim başa çıkabilirim; tıpkı sağ kulağımdaki uğultuyla başa çıkabildiğim gibi.
Hayatta kalma kuralları dünyaya geldiniz ilk andan itibaren uymanız gereken hayati kurallardır;
yalan söylemek, küfür etmemek, onun bunun namusuna- onuruna içtenlikle saldırmak ve bunu inkar etmek...
İftira atmak, dolandırmak, hiçbir şey yapmak istemezken bol keseden akıl dağıtmak...
Çünkü sizin aklınız yoktur... Sizin dürüstlüğünüz, haysiyetiniz, şerefiniz sürekli çiğnensin diye bu dünyaya terk edilmiştiniz...
Aksi takdirde ölü fosillerimizle yüzleşmekten böyle kolay kaçınmazdık diyebilmeliydik artık. Ama nafile.
İnsanlar hayal gücüne itimat ederler; gerçeklerden kaçmanın birinci prensibi budur çünkü.
Ben bu kış günü bu yolculuğuma çıkmışken, yanıma sadece kısmen kendimi almış bulunuyorum.
Size tamamen kendimi aldım, evet,aldım kendimi... Bunu başardım demeyi isterdim ama bu olanaksız bir şeydir herkes için.
Çünkü ister inanın ister inanmayın; dünyanın neresine giderseniz gidin...
Öğreneceğiniz tek şey, yine hiçbir şey öğrenmediniz olacaktır.
Çünkü ölmeden ya da öldürmeden kimse bir şey öğrenemez.
Yine de ölenler daha çok bilgilidir diyebiliriz, hepsi bu.
Var olmak için hayat daima kendini tekerrür eder...Perdenin arkasındaki gerçek işte yalnızca budur.
Yoksa sizin başınızdan geçen hikayelerinizin gerçekliği kimsenin cebini doldurmayacaktır.
Ya da dünyayı güzelleştirmeyecektir...
Bunun için hayattaki tüm canlılar; yalana,nefrete, kine, aç gözlülüğe, kibre ve ikiyüzlülüğe doymazlar.
Yardımlaşmayı ve iyi bir alışverişi sağlamayan her canlının başına işin sonunda her ne gelecekse,
siz de emin olun- en masum halinizle bundan payınızı gene de alacaksınız...Kurunun yanında yaşların yandığı gibi.
Ve o zaman, bir kış günü çıkılan bir yolculuğun içinde tümüyle var olmaktan bahsedemeyeceksiniz...
Diyeceğiniz tek şey; "fosiller gibi ölüyüm artık" olacaktır.
Bazı öykülerin; bir zamana, bir mekana, bir karaktere sığamamazlığının hikayesini anlattım sizlere, ve buna hiç de gereksinim duymadığımı.
02.12.19.İstanbul.
~ Meral Meri
~
Uyandım; daha doğrusu yatağın içinde de süründüğümü fark ettim.
Bugün aralık ayının ilk günüydü ve astrolojiye göre bu ay en şanslı olduğum ay'mış.
Yalan tabii ki. Ömrünün yarısını tüketmiş biri olarak, tek başınalığı tatmış biri olarak size diyebilirim ki, iki şeyin önemi kaldı ben de;
Birincisi öğleden sonraları gün batımları, diğeri ise bir kış günü bir trene binip sonsuza dek yolculuk etmek.
Yoo, diğer mevsimlerle bir derdim yoktu; sadece başlangıcı kendim belirlemeyi tercih ediyorum hepsi bu. Sonra, sonra işte ne kadar kalmışsam
o kadar kendimi seyretmek istiyorum bir dişbudak ağacı gibi kara ve yalnız olarak.
Ya da bir porsuk ağacı gibi; kırmızı harelerimle orada zehirlenip ölmek, ya da ona eşlik etmek istiyorum ya da lokomotife ve sonra vagonların dizili incilerinin
nasıl tek tek bana veda ettiklerini izlemek istiyorum.
Tıpkı bana yapılanlar gibi...
Öfkeliyim, nefret doluyum,yalnızlıktan delirecek gibiyim belki; ama yine de sizin kadar çirkin olamamak yok mu?
Delirtiyor parça parça beni ve un ufak oluyorum karşınızda! Karanlığım; tavan gibiyim, bir baş-bir göz- bir akıl- bir ruh- bir kalp peşindeyim...Boğmak için sizi.
Sessizliğim benim bekçimdi, gecenin içinde saklanırdı ve kuşkusuz; ay'la bakışırlardı hüzünlü biçimde.
Sonra iğne yapraklarına biriken gözyaşlarıma hınç duyardım; adeta tiksinirdim onlardan,saki bana ait değildiler.
Ki biliyorum, değildiler. Çünkü insanız biz deyip, gülmeyi, o neşeli günleri hiç getirmeyip gizleyenleri, hatta ona düşman kesilenleri...
Palavra sıkıp; "insanız biz, tabi ağlamak gerek" diyenleri yağmurda boğmalı ve sonrada bir kuyuya asıl onları atmalı. diye düşünmüşümdür her zaman.
Çünkü evsizlik kötü bir şey biliyor musunuz?
Adeta hiçbir yerde olmamak gibi eşdeğerdir. İnsan burada kesin bir yolla bir kaplumbağa olmak ister...
Eşya biriktirme derdine son vermek ister. Sadece kendisi büsbütün kendine yetmek ister...
Çünkü insanın parçalanınca bir anlamı kalmıyor.
İşte benim yolcuğum Sibirya'ya tam olarak böyle bir günde başlamış oldu rayların üstüne ve iğne yaprakları arasında...
Biliyorum, adımı merak ediyorsunuz? Ama şöyle düşünün istiyorum bir kez de olsa; bu adı kendime ben vermedim...
Tıpkı bazı şeylerin içine öylece doğarken bazı şeylerin bana öylece yapışması gibi.
Yani bir önem arz etmiyor şu an için. Ya da bana kalırsa hiçbir zaman benim için öenmli değiller...
Nedenini merak etmiş olanlarınız için şöyle demek de fayda görüyorum; sizde olan şeylere ne kadar sahipseniz ve onları ne kadar çok yaşatabiliyorsanız hakkıyla
o kadar olmaktan başkaca bir derdimiz olmamalıydı, ama oluyor...İşte ben de o kadarım şimdi zamanın gölgesinde.
Ben daha bildiklerine tahammül edemeyen ve onları süresizce görmezden gelen başka bir ölüm daha tanımadım ki, size ne diye gerçekleri anlatayım?
Ben onlara sayenizde sessiz kalmayı öğrendim. Onlar da zamanın gölgesinde ölebilirler yavaş ve sessizce şimdi.
Yine de birtakım ufak tefek şeyleri anlatmaktan kaçınacak değilim size...Aslında normalde kaçındığım hiçbir şey yok bu yeryüzünde...
Sadece değerli bir taş olmadığının farkında ama buna rağmen rezil alıcıları çıkması onu daha da değersizleştirmesi yok mu?
İnsanın hayatına tükürmek istemesi hep bundandır.
Ama asıl mevzu elbette ki bu değil, asıl mevzu her birimizin kendi suçlarıyla yüzleşme alanı bir gün öyle ya da böyle geleceği olmasıdır...
İşte ben bunu merak ediyorum; buna hazır olup olmadığınızı? Ki biliyorum, hazır değilsiniz.
Aksi halde fosiller bu kadar gün yüzüne çıkmazlardı zombiler gibi.
Şimdi soruyorum size; hiç kendinizi okumadan önce yazdınız mı? Hadi yazdınız diyelim, peki hayatınızın bir yerinde
durup ona uzaktan baktınız mı? Bir yağmur gördünüz mü? Ya da ocağın üstündeki o kaynayıp taşan su, hiç temiz havanızı bozdu mu?
Yoksa sizlere de bütün bunları normal mi gösteriyorlardı, bana yapılan gibi?
Evet, sizlere de normal gösteriyorlardı ki...Ben henüz, bir tane olsun iyi mantar toplamış değildim eteğime.
Her zaman her konuda kendime söz verip durdum. Neden yalnızca orada durduğumu ise Tanrı bilir ancak.
Gözünü çevreleyen bir gözlükle dünyanın ne kadar net bir yer olduğunu görmeye çabalarken bulurdum hep kendimi...
Gözümde gözlüklerim olmasaydı eğer, tıpkı bir yarasa gibi görecektim dünyayı...
Buna inadınız mı şimdi?
Ben de öyle tahmin etmiştim,herkes görmek istediği kadar görüyor dünyayı.
Yani işine geldiği kadarıyla.
Hiçbirimiz karla yüklü bir çam dalı kadar yüklü değildik dünyada...
Eğer öyle olmuş olsaydı Sokrates, kendini savunarak zaman kaybeder miydi?
Diyelim ki, etti. Ki etti, ne geçti eline?
Bu dünyada bilginin bir yerden bir yere; hatta kötü bir yerden iyi bir yere taşınacağız gibi, şeylere o değerli umudunu bağlayıp, onu büyütmez...
Ona güvenmezdi...
Hermann Hesse'in de dediği gibi:
"Uçar gider kırlangıçlar,
Yapraklar dökülür ağaçlardan,
Çok geçmeden her şey sararıp solar..."
Neyse ki, çam ağaçları var... diyebilir miyiz şimdi buna?
Hadi dedik diyelim; öyle kolay işleri yapacak onurlu ve fakir insan bulmak kolay mı bu zamanda?
Hadi bulduk diyelim; bu kez de mum ışıtmadıkça etrafını- görüp göreceği tek şey, yine fosillerden ibaret olmaz mıydı?
Onuncu kafa çiftime ne sormak isterim? diye düşündüğüm zaman. Yanıt hiç de gecikmiyordu: Sen aşağılık vagus'un tekisin!
Sen kaz ayaklarıyla yürüsen daha iyi edersin.
Çünkü o şamandıradan artık o palamarları çözdüm ben....
Kuşkusuz; sen hayatın boyunca manuel nedir hiç bilmedin, ama benim tek bildiğim şey tam olarak buydu.
Bu şu demek: Sağ ol, ama köpek balıklarıyla kendim başa çıkabilirim; tıpkı sağ kulağımdaki uğultuyla başa çıkabildiğim gibi.
Hayatta kalma kuralları dünyaya geldiniz ilk andan itibaren uymanız gereken hayati kurallardır;
yalan söylemek, küfür etmemek, onun bunun namusuna- onuruna içtenlikle saldırmak ve bunu inkar etmek...
İftira atmak, dolandırmak, hiçbir şey yapmak istemezken bol keseden akıl dağıtmak...
Çünkü sizin aklınız yoktur... Sizin dürüstlüğünüz, haysiyetiniz, şerefiniz sürekli çiğnensin diye bu dünyaya terk edilmiştiniz...
Aksi takdirde ölü fosillerimizle yüzleşmekten böyle kolay kaçınmazdık diyebilmeliydik artık. Ama nafile.
İnsanlar hayal gücüne itimat ederler; gerçeklerden kaçmanın birinci prensibi budur çünkü.
Ben bu kış günü bu yolculuğuma çıkmışken, yanıma sadece kısmen kendimi almış bulunuyorum.
Size tamamen kendimi aldım, evet,aldım kendimi... Bunu başardım demeyi isterdim ama bu olanaksız bir şeydir herkes için.
Çünkü ister inanın ister inanmayın; dünyanın neresine giderseniz gidin...
Öğreneceğiniz tek şey, yine hiçbir şey öğrenmediniz olacaktır.
Çünkü ölmeden ya da öldürmeden kimse bir şey öğrenemez.
Yine de ölenler daha çok bilgilidir diyebiliriz, hepsi bu.
Var olmak için hayat daima kendini tekerrür eder...Perdenin arkasındaki gerçek işte yalnızca budur.
Yoksa sizin başınızdan geçen hikayelerinizin gerçekliği kimsenin cebini doldurmayacaktır.
Ya da dünyayı güzelleştirmeyecektir...
Bunun için hayattaki tüm canlılar; yalana,nefrete, kine, aç gözlülüğe, kibre ve ikiyüzlülüğe doymazlar.
Yardımlaşmayı ve iyi bir alışverişi sağlamayan her canlının başına işin sonunda her ne gelecekse,
siz de emin olun- en masum halinizle bundan payınızı gene de alacaksınız...Kurunun yanında yaşların yandığı gibi.
Ve o zaman, bir kış günü çıkılan bir yolculuğun içinde tümüyle var olmaktan bahsedemeyeceksiniz...
Diyeceğiniz tek şey; "fosiller gibi ölüyüm artık" olacaktır.
Bazı öykülerin; bir zamana, bir mekana, bir karaktere sığamamazlığının hikayesini anlattım sizlere, ve buna hiç de gereksinim duymadığımı.
02.12.19.İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder